Gerçek Atatürkçülük ve Türk Milliyetçiliği
--------------------------------------------------------------------------------
Türkiye bu konuma nasıl geldi? Çünkü Türkiye Atatürk'ün duruşunu kavrayamadı. Atatürk'ün duruşunun ne olduğu da ilk Atatürk heykelinde bellidir. Krikbell tarafından yapılmıştır ve Sarayburnu'nda durmaktadır. Yani Osmanlı Sarayı'na ve Avrupa'ya sırtını çevirmiş, yüzü Anadolu'ya dönük. Bu duruş 1950 yılından itibaren Türkiye'yi sömürgeleştirme politikalarıyla terkedilmiştir. Hâlen de sırtı Anadolu'ya, yüzü Batı'ya dönük, Avrupa kapılarında dolanıyor Türkiye.
Çocukluğumda çok utandığım bir şey vardı. Evde kahve veya başka birşey biterdi. Elime bir fincan veya kase gibi birşey verirlerdi. Komşudan istemeye gönderirlerdi. Utanırdım, çok utanırdım "Şey bizde bitti de sizde biraz var mıydı?" demeye. Babam bunu duysa çok kızardı. "Bitince oturacak, yemiyeceksin. Ayarlıyacaktın kendini, aç oturacaksın, olduğu zaman yersin" derdi. Babam haklıydı çünkü benim babam bir Cumhuriyet aydınıydı.
Çocukluğumda utanarak sıkılarak yaptığım şeyi şimdi ne yazık ki ülke olarak yapıyoruz. Ben hâlâ utanıp sıkılıyorum. Çok ayıp bir şey. Türkiye'yi ar etmeyen bir ülke haline getirdiler.
Atatürkçülüğün ne olduğunu açıkça ortaya koymak gerekir. Mustafa Kemal Atatürk Yavuz Selim'in kutsal emanet diye getirdiği eşyaların "bir garibin sırtından alındığını" söyleyecek kadar toplumun tabular ve bağnazlıklarla yönetilmesine karşı bir insandı. İlerici, yürekli bir insandı. Siz hem Türkiye'yi işgal altında bir sömürge haline getiren zihniyeti kutsayacaksınız hem de Atatürkçülükten bahsedeceksiniz. Bu iki yüzlülüktür. Atatürk bu değildir. Atatürkçülük dürüstlüktür. Atatürk Osmanlı'nın bütün kurumlarını yerle bir etmiş, yerine bu toplumun kültürünü, Anadolu ve Akdeniz uygarlığını yaşatmıştır.
Atatürk'ün Cumhuriyetinde en önemli devrimlerden biri dil devrimidir. "Efendiler, mesele din değil dil meselesidir." deyip ezanı Türkçe okutması bir ulus yaratmanın, özgürlüğün en önemli adımıydı. Yaşamın her alanında bir aletin kullanma kılavuzundan tut, ezana kadar ancak kendi diliyle özgürleşebilir bir toplum. Dilin özgürleşmesi toplumun özgürleşmesidir. Bundan verilen ödünler, Anadolu kültüründen uzaklaşmalar bizi bugünlere getirdi. Bankaların ismi bile herşeyi ortaya koyar. Bir tarafta Etibank, Sümerbank diğer tarafta Citibank Alternatifbank. Bir kültür politikası oluşturamayan Türkiye'den ne beklenebilir? Bugün kabinede en alt bakanlık olarak kültür bakanlığı görülür.
Bugün 3 Kasım seçimlerinden sonra satranç masasındaki durum ortadadır. Tabii bu yıllarca yapılmış yanlış hamlelerin sonucudur. Ama bence ilk yapılan yanlış hamlenin miladı ezanın Türkçe okunmasından vazgeçilmesidir. Ben herşeyden önce bir edebiyatçıyım, Türkiye'de yaşadığım kadar, Türkçe'de yaşayan bir insanım. Bir şair olarak benim için dildeki bu yozlaşma bundan dolayı çok önemli. Mustafa Kemal Atatürk de bu konuda benimle aynı düşüncededir. Hep dil, önce dil diyor. Dilden verilen ödünlerle bugün nereye gelindiği de ortada. Bugün anlamadığı bir dilde ibadetini yapan ve dil bütünlüğünü oluşturamayan bir toplumuz. Dil bir bilimdir. Bilimin yolundan ayrılanlar Türkiye'yi bu noktaya getirdi. O zaman açılan bilimin yolundan gitseydik, bugün hem Türkçe hem de Anadolu'daki diğer diller anlamında sorunları yaşamazdık. Emperyalistler de bu konuları kullanamazdı.
Bugün Türkiye'yi yeniden Ataürkçü, bağımsız, demokratik, laik bir ülke yapmanın yolu aslında çok açık. Aslında hep yarına bakmak gerekir. Önümüze baktığımızda ne yapmamız gerekir? Bu soru çok güzel. Öncelikle ilk tasamız bu soru olmalı. Geçmişte ne oldu bitti bunu tabii ki bileceğiz. Aydın olmak demek tarih bilincine sahip olmak demektir. Ancak aydının esas işlevi orada başlamıyor. Aydının esas işlevi yarın ne olacağını söylemekle ve yarını kurmakla başlıyor.
Atatürkçü yarın diyorsak, bir tek yarın vardır. Başka yarın yoktur. O yarın da Atatürk'ün dediği gibi "Kılıçla toprak ele edenlerin yanında değil, sabanla toprağı işleyenlerin" yani emekçilerin yanında olarak kurulabilir. Başka hiçbir yarın görmemiştir Atatürk. Atatürk'ün kendi sözü ve duruşu budur. Her zaman emekçinin yanındadır Atatürk. Heykelinin zaten Anadolu'ya bakması herşeyi ortaya koyuyor. Anadolu'da ne var ? Anadolu'da üreten, kilim dokuyan, toprağı işleyen, yün eğiren Anadolu köylüsü, emekçisi var. Yoksul ama yine de her zaman ayakta kalan bir emekçi kitlesi var. Türküleriyle, üretkenliğiyle hiçbir zaman değiştiremeyeceğiniz, Anadolu'yu dönüştüren, geçimini oradan sağlayan, sabanla toprağı işleyen bir halk var. Atatürk'ün kendi sözünden de anlaşıldığı gibi yarın, emekçinin yanında olmaktır.
Bir yandan Atatürk ne iyi adamdı falan demek, Batıcılık yapmak değil, Anadoluculuktur Atatürkçülük. Anadolu'dan söz etmektir. Anadolu'nun hâlâ ezilen insanlarından söz etmektir. Atatürk'ün anladığı milliyetçilik de tüm Anadolu'yu kucaklamaktır.
Atatürk diyor ki "Ne Mutlu Türküm diyene". Atatürk bunu ne zaman söylüyor. 10. Yıl Nutku'nda yani 1933'te. Irkçılık tüm dünyayı kasıp kavururken, "Ne mutlu Türk yaradılana" diye bağıran çağıran Turancılar varken Atatürk bu sözü söylüyor. Irkçılara karşı söyleniyor bu söz. Bu bir tercih meselesidir diyor. Ne mutlu Türküm diyene ama öteki mutsuz olsun demiyor. Yani, seçilmiş arı bir ırk değil. Dinsel bağnazlıktan kurtarıyor milliyetçiliği. Kültürü yaradılıştan uzaklaştırıyor. Anadolu halkı bu anlayışla birleştirilebilir.
Ancak bugün kendine "Atatürkçü", "ilerici" diyenlerden bazıları Anadolu halkına bırakın sırtını dönmeyi, Anadolu halkının sırtına bindiği için bugün bu ülke bu noktada. Halk eziliyor. Atatürkçülük işte Anadolu halkının sırtına binenleri, halkın sırtından atmanın adıdır. Başka birşey değildir. Bağımsızlık , özgürlük ve antiemperyalizmi ağzına almadan her kim ki Atatürkçülük'ten bahsetmektedir, emperyalistlerin, sömürücülerin hizmetçiliğinden başka birşey yapmıyordur.
Gericilerden çok, sahte "Atatürkçülerin" Türkiye'nin bugün geldiği noktada çok büyük bir payı vardır. Aslında gerici dediğimiz insana baktığımızda üzülüyoruz. Örneğin Sivas katliamında iki taraf için de üzüldüm. İçeridekiler için yüreğimiz yandı. Dışarıdakiler için de tasalandım. Orada binlerce insan vardı. Ve bizim teknemizdeki hamur bu. Bu hamurdan ekmek yapacağız.
Bugün gerçekten tasalanmamız gerekiyor. Hatayı kendi içimizde arayalım. O yüzden ben annemin beni karşı komşuya kahve istemeye gönderdiğinde hissettiğim utancı, sıkıntıyı bugün de yaşıyorum. Eğer ben bugün Atatürkçüysem, apartmanın koridorunda, komşunun kapısının önünde ışık sönünce yaşanan o sıkıntıyı yaşamalıyım. Çalmamalıyım el kapısını. O kapıyı çalma diyen içimizdeki sesi dinlemeliyiz. Yıllarca güldük alay ettik yerli malı haftasıyla. Kayısımızla, üzümümüzle alay ettik. Kendi basmamız, kumaşlarımızla dalga geçtik. Atatürkçülük el kapısında dilenmekten utanmak, kendi kayısından, üzümünden, basmandan, kendi ürettiklerinden, emeğinden utanmamaktır. Kendi emeğimize ve ürettiklerimize dönmek Atatürk'ün bugün ilk gereğidir.
Alıntı...